Tasavvufun bir manası da sıfat değiştirmektir. Kötüden iyiye, eksikten mükemmele insanın ahlâkının değişmesi, hamlıktan olgunluğa ilerlemesidir. Bütün ameller bunun içindir. Fahr-i Kâinat s.a.v. Efendimiz, bugünü önceki günüyle aynı olanı zararda görmüş, bir müslümanın güzel amellerle her gün bir adım ileri manevi ilerleme kaydetmesi gerektiğini bildirmiştir. Bu durum namaz, oruç, hac ve diğer bütün amellerle ilgilidir. İbadetler bir vazife olmasının yanı sıra nefsin kemalâtını gerçekleştirmek içindir.
Nefsin sıfatının değişmesi, içindeki kötü vasıfların değişmesine bağlıdır. Mesela kibrin yerini tevazu, hırsın yerini kanaat, yalanın yerini doğruluk ve sıdk almalıdır. Bunlar değişmedikçe, günahların şerrinden kurtulmadıkça saflığı, güzelliği bulmak mümkün olmaz.
Nefsin yaratılmasının sebebi ve hikmeti vardır. İnsanda nefs olmasaydı melek olurdu. Meleklerde nefs olmadığından gazap, şehvet, kin, haset ve benzeri kötü huylar yoktur. Onlar sürekli kulluk yaparak, ibadet ederek bundan sonsuz bir lezzet alırlar. Bizim ibadetlerden usanmamız nefsimizin kötülüğündendir. Çünkü o, Yusuf suresinde bildirildiği üzere alabildiğine kötülük ister. Bu, nefs-i emmarenin sıfatıdır.
Bir mürşidin elinden tutup terbiye yoluna giren kimse ‘emmare’den ‘levvame’ye (kötülüğe sevk eden nefsten kendini kınayan nefse) geçer. Levvamede, yaptığı kötülük ve işlediği günahlardan nefret etmeye başlar. Tövbe ederek günahları terk eder. Günahların terki ise kalbi çirkin sıfatlardan temziler, ibadet ve taata yönlendirir. Sonra kişi ‘nefs-i mülhime’ (ilham alan nefs) mertebesine ulaşır. Güzelce amel etmeye başlar, fakat henüz şeytanın telkinlerinden kurtulamaz. Bu telkinler Allah’ın azametine teslimi engellemeye çalışır.
Fakat nefsi ‘mutmainne’ye (tatmin olma, huzur bulma makamına) ulaşınca Allah Tealâ’nın “Ey nefs! Rabbine geri dön!” hitabıyla şereflenir. Artık o kul Allah’tan razı, Allah da ondan razı olur.
Eğer nefs günahlara düşkünlük halinden Allah Tealâ’ya yakınlık, O’nun rızasını kazanma haline ulaşmaya uygun yaratılmasaydı, Allah Tealâ insana ibadeti, taati emretmezdi. Yani nefs, kemalâta, ilerleyip gelişmeye uygun yaratılmıştır. Mürşid-i kâmiller terbiyelerine girenlerin hallerine uygun zikir dersleri vererek nefslerini ilerletirler.
Allah yolunda ilerleyenlerin işinin zikir olduğu, bu şekilde nefslerin çirkinliklerden sıyrılıp Allah Tealâ’nın övgüsüne layık bir güzelliğe sahip olacağı bildirilmiştir. Bediüzzaman k.s. hazretleri diyor ki: “Ey aziz olan kimse, bil! Zikreden adamın feyz-i ilahîyi celbeden muhtelif lâtifeleri vardır. Bir kısmı kalp ve aklın şuuruna tabidir, bir kısmı da değildir. Binaenaleyh gaflet ile yapılan zikirler dahi feyizden hali değildir.” Şu halde Allah yolunda olan illâ zikir sahibi olmalıdır ki Allah Tealâ’nın feyzini çeksin.
Eğer insan lâtifelerinin yaratılışına uygun yola girip onların zikirle feyzlenmelerini sağlarsa, onlar huzur ve sükûn içinde olurlar. Aksi halde nefsin benlik yolunu takip ederse hepsi birden her çeşit elem ve ızdıraba düşüp mahvolurlar.
Mehmet Ildırar – Semerkand Dergisi, Mayıs 213.
0 yorum:
Yorum Gönder